Söylenilerden tamamen farklı bi deneyim yaşadım. Çıkacağınız seyahati başkasının söylemlerine göre değil de kendi yaşam tarzınız ve zevklerinize, şartlara göre şekilleneceğini aklınızdan çıkarmayın. O yüzden benim söyleyeceklerimi de tavsiye değil de sadece deneyimimi yazdığım bi yazı olarak görün.
Otel müşterisi değilseniz bile gidip bi şeyler içebiliyosunuz. Ben çok beğendim. İçkiler 30-40 TL arası bi şeye tekabül ediyor. (Orda Baht geçiyo, para hesaplamaktan imanım gevredi, "currency" diye bi app var onu indirip bu ızdıraptan kurtulabilirsiniz)
Mesela bu salaş yerin
Michelin yıldızı aldığını söylesem? Hep süslü ve gösterişli restoranlara verildiğini sandığımız yıldız aslında tada göre veriliyor ve
China Town'daki bu yer çorbasıyla yıldız almış. Kime sorsanız gösterir.
Heh bi
Chatuchack market var ki bak burdan sırf buraya gitmek için tur düzenle akın akın insan gider. Ne ararsanız olan, devasa bi pazar. Haftasonları kuruluyo. Metroda inceğiniz durak şu fotoğrafta yazan. Metrolar tıklım tepiş ve bizdeki gibi ter kokuyodur diye bekledim ama ferah ve klimalıydı. Binerken aldığınız jetonu atmayın çünkü inerken atarak açıyosunuz çıkacağınız gişeyi.
Bence tamemen 1 gününüzü buraya ayırın. Millet boş valizlerle falan gelmiş bak o derece büyük bi yer. Bizim memlekette 500 liraya satılan o heykeller, aksesuarlar, çantalar gani gani! Çok ama çok yorulacaksınız o yüzden sabah erken saatlerde gelip ağır ağır gezmekte fayda var. O kadar çok kayboldum, o kadar çok aynı yerde gezdim ki, kimbilir göremediğim neler vardı.
Otom projesi kapsamında köyleri ziyaret ettik ki, asıl burada aklımı yitirdim.
Otom: Devletin desteklediği "
one tamboon one product" Yani her köyde bi ürün üretiliyo ve o ürün ülkeye ve dünyaya pazarlanıyo. En iyisi olması için devlet eğitim desteği veriyo, iş imkanı doğuyo böylece.
Mesela bu köyde lotus çiçeği çiftliği var! Evet dövmesini osunu busunu yaptırdığımız bu nadide çiçek burda suda yetişiyo ve kanoyla çiçekler arasında gezebiliyosunuz. Bu köyün kalkınma ürünü bu çiçek. Kimisinninki bi meyve (kremini, sütünü, yemeğini yapıp pazarlıyolar, kimisininki bi terlik, kiminki kilim.. Her köyün böyle bi projesi var.
Bunu da köyler arası kanoyla gezerken çektim. Sağınız böyle, solunuz böyle yapılarla dolu.
Bu da yine köyler arası yoldan bi kare. "
Nakhon Pathom" isimli bölge olarak geçiyor burası siz de gitmek isterseniz. Bangkok'dan 1 saat falan uzaklıkta.
Başka bi köyde ise pirinç tarlaları arasında traktörle gezdikten sonra bu pazar yeri gibi alana geldik. Yine iki metre ötenizdeki ağaçlardan koparışmış muzlar, orada yetişen ürünlerle hazırlanan yemekler. Bunlar bize özel değildi, siz de giderseniz bu gezileri, yemekleri yiyebilirsiniz. Aşırı tatlı ve sevecen olmaları da üstüne bonus. Nenem nenem diye sarılıvercektim teyzelere.
Köyde o kadar güzel bi bitkisel ortam var ki,
Uygar'la durduk yere balayı fotoğrafımız oldu mesela.
Lotus çiçeklerinin arasından hoop bi anda kokonat ağaçlarının yanına. (Bu arada hindistan cevizi acayip popüler. Suyu, kremi, yağı, sütü, her ama her şeyini aşırı ucuza bulabilirsiniz.)
İyi hoş meyveler yedik, lotuslar arasında gezdik, bi de fil öptüm! Evet
Siam Niramit isimli eğlence merkezinde ne yazık ki turistler için filler var ve biniyolar :( Ne kadar üzülsem de elimden tek gelen binmemekti, o yüzden onu besleyip öptüm ohh kuzum benim.
Bu
Siam Niramit böyle bi eğlence parkı gibi bi şey.
Tayland'ın tüm yöresel şeyleri bi alan içinde toplanmış. Biraz turistik ama kesinlikle görmeye değer bi show izledik. girerken telefonlar kapanıyor, kayıt almak kesinlikle yasak. Bütün efsaneleri, mitolojileri inanılmaz bi sahne şovuyla sunuyolar. Işıklar, sesler, alexler, yağmurlar, akıl almaz bi prodüksiyon var.
https://www.siamniramit.com/ bakıp inceleyebilirsiniz.
Yüzen pazardan sonra dinlenmek için
The Buffalo Amphawa'ya geçtik. Burası aslında bi otel. İçinde golf sahası, havuzu, kendi nehiri, bufaloları olan bi çiftlik. İçinde üçüncü nesil hipster kahvecisi bile var. İçi balayı çekiyo demezseniz burda bile balayı yapılır. Yine Tayland'a göre aşırı lüks sayılabilecek bi otel olmasına rağmen geceliği İstanbul'daki otellerden bile çok çok ucuz. Bu su bufalolasunu ise duşunu alırken izledim. Aha bu da websitesi.
http://www.thebuffaloamphawa.com
Aslında
Bangkok'a gitmemin başlıca sebeplerinden biri Tayland & Türkiye resmi dostluğunun 60. yıl kutlaması içindi. İlişkiler çoook eskiye dayansa da, 60. yıl için özel bir pul çıkarılmış. Bakanlar, elçiler, baklavalar, börekler ile onu kutladık. Evden 309904309 km. uzakta mercimekli köfte yiyip
Türkiye & Tayland ilişkileri hakkında bilgiler dinledim. Baya da seviyomuşuz birbirimizi.
Otelimiz ise şehrin en köklü ve büyük otellerinden
Dusit Thani'idi. Ben gidene kadar bu kadar ünlü bi otel olduğunu bilmiyodum. Şehre gelen hemen hemen her ünlü bu otelde kalmış. 5 yıldızlı ve aşırı lüks olmasına rağmen TL'ye çevirdiğinizde
Alaçatı'daki otellerin 3'de 1'i bi fiyat ediyo. Bu da devasa otelin kendi bahçesinden bi fotoğraf. Evet içinde şelale var!!
Burası da kral dairesi. Tabi burda kalmadım, bakmak için girdim. Uzun senelerdir şehrin merkezinde yer alan bu otel kısa bi süre sonra yıkılıcakmış ve yerine rezidans, iş plazası ve otelden oluşan 3 ayrı yapı dikilecekmiş. Hemen "Ee burda çalışanlar nolcak :(" diye sordum, dünyanın ve ülkenin çeşitli yerlerinde bulunan şubelerine gönderileceklermiş. Taylandlı işcinin bile yanındayım görüyosunuz.
Bi de
Grand Place denilen tapınak var ki aman diyeyim. Gitmeden önce uyardılar kıyafet kuralı var, altlar uzun, kollar yarım olmalı, omuzlar açık olmıycak, mini giyilmeyecek falan. "Amaaan dedim o kalabalıkta beni mi görcekler?" Arkadaşlar siz siz olun bu kekoluğu yapmayın.
Her gireni tek tek kontrol ediyorlar. Zaten 33209390 derece sıcakta orada satılan kıyafetlerden giyince ilginç bi kombinle gezmek zorunda kaldım bütün tapınağı. O kadar büyük, o kadar ihtişamlı, o kadar akıl almaz ki, her şeyi saatlerce inceleseniz yine de yetmez vakit. Gitmeden uygun kıyafetle gidin ve çok çok çok kalabalık olduğunu unutmayın. Açılış saatinde gitseniz yeridir. Bu caponları allah bildiği gibi yapsın, oluk oluk akıyolar içeri. Her köşede fotoğraf çektirip, her şeyin önünde poz veriyorlar. İçeride görmeyi, fotoğraflamayı hakeden çok şey var ama sıcak ve kalabalık birleşince 2 kare ile ayrılıyorum mekandan.
İçerisi gerçekten çok büyük ve daha önce gözle görmediğim bi ihtişama sahip. Tapınak olduğu için saygıda kusur etmemek gerekiyo tabi. Bi de meşhur yatan Buda heykeline gitmek istedik ama vakit yetmedi. Sırf bir ya da birden fazla günü bu tapınaklara ayırmak isteyebilirsiniz. Gez gez, incele incele bitmez bi maden gibi.
Kültürlerine dair öğrendiğim en ilginç şey bu "spirit house"lar oldu. Her binanın, her evin, her mekanın böyle bi yapısı var. Oraya gidip dua ediyorlar, mesela sıcakta meyve suyu bırakıyorlar, kolylerini, yüzüklerini emanet ediyorlar, temizliyorlar, çiçek bırakıyolar. Sıvı yağ bırakılmış bi spirit house bile gördüm. Şükran sunulan, saygı gösterilen dinsel bi şey yani. Önünde fotoğraf çektirmek, salak sulak hareketler yapmak pek hoş karşılanmıyo tabii...
Gelelim meşhur "tuktuk"lara.
Lizbon'da da vardı bunlardan. Şehirde taksi gibi bu efil efil araçlar kullanılıyo. Valla baya da sağlam kullanıyo abiler, baz gaza aşkım bas gaza modu. Binmeden önce fiyatta anlaşmanız önerilir.
Programımızın yoğunluğundan ve yorgunluktan
Bangkok'un o meşhuuuur çılgın gece hayatını göremedim. Görmek de istemedim açıkcası benden geçti o yaldır yaldır partileme dönemi sanırım. Arkadaşım Uygar'ın bulduğu
The Iron Balls isimli, kendini cinini üreten bu bara gittik. Ev yapımı, özel şişe cinlerinden alıp getirmek istesem de nedense pintilik yapıp "Amaan nası taşıycam yea" diyip almadım. Hem kokteyller, hem cinin tadı, hem ortam çok iyiydi. Vaktiniz varsa bi uğrayın derim.
Vee meşhur
Thai masajı. Böyle sokaklarda da yapılıyor, masaj merkezleri de var, 24 saat açık dükkanlar da. Ovdurun kendinizi ovdurabildiğiniz kadar. O minicik ablalar nası bi kuvvetle yapıyolarsa artık slow slow demek zorunda kaldım ki sert masaj çok severim. Neyse hem ucuz hem işini bilen ellerde yaptırmak harika.
Nehirde botla gezerken, yolda yürürken böyle uyuyan abiler, ablalar görmeniz çok mümkün. Sıcakta artık napsınlar buldukları ilk gölgeye atıyolar kendilerini heralde. Ben de bu kadar rahat ve rahatsız edilmeden lök diye olduğum yerde uyuyabilmeyi o kadar isterdim ki...
Yazıyı bitirmeden önce ufak bi teşekkürümü de edeyim. Canım
Neslihan'a, bizi tanıştıran
Fahir'e,
Mr. Shakir'e,
Kai'ye, bu geziyi unutulmaz kılan
Tayland büyükelçiliğine çoook teşekkürler. Böyle misafirperver ve tontiş bi millet daha görmedim ben.
Sıcağıyla, insanıyla, gökdeneliyle, sokaktakı mangocusuyla ben
Bangkok'u çok sevdim. 1 hafta yetmedi, 1 şehir yetmedi. İnsan gidip gördükçe her yeri gezmek, her kültürü tanımak, her şeyi görmek istiyor. Umarım bu benim için uzakların başlangıcı olur da büssürü büssürü yer görürüm daha.
Sizin de
Bangkok'a gidecekler için öneriniz, tavsiyeniz, deneyiminiz varsa bu yazıya bırakın, gidecek olanlar, okuyanlar faydalansın.
Öpüyorum hepiniziiiii...